30 Eylül 2020 Çarşamba

Çocuklarda istenmeyen davranışlar ceza ile çözülebilir mi?

Ceza çocuk eğitiminde tartışmalara neden olan konulardan biridir. Kimi eğitimciler ya da psikologlar cezanın davranış eğitiminde etkili olduğunu savunurken kimi uzmanlar da cezanın çocuğun ruhsal gelişimine zarar verdiğini savunur. Hal böyleyken ebeveynler de çocuklarının eğitiminde cezaya başvurup başvurmayacakları konusunda kararsız kalabilirler. Uzman Klinik Psikolog Müjde Yahşi konu hakkında önemli bilgiler verdi.

Ebeveynler çocuğa ceza vermeden önce istenmeyen davranışı çocuğun neden yaptığını sorgulamaları gerekir. Yani çocuk ebeveyninden korktuğu için mi yalan söylüyor, depresyonda olduğu için mi acaba ders çalışmıyor, yoksa dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olduğu için mi ders başarısı düşük ya da kaygısı arttığı için mi tırnak yemeye başlamış ebeveynler tarafından bunların geç kalmadan fark edebilebilmesi gerekir.

Çocuklarda olumsuz olarak nitelendirilen davranışlar, psikolojik nedenlere bağlıdır. Cezalandırmak istediğiniz davranış aslında çocuğun psikolojik ihtiyacının yeterince karşılanmadığının bir sinyalidir. Ceza vermek yerine öncelikle çocuk bu davranışı acaba neden yapıyor diye ebeveynin kendine sorabilmesi gerekir. Eğer ebeveyn sebebini tahmin edebiliyorsa bunu ceza ile değil ihtiyacı olan sevgi, ilgi ya da disiplin ile çözebilmesi gerekir.

Ebeveynlerin ceza yerine çocuğa uygulayacağı sağlıklı disiplin yöntemi çocuğu sevdiği bir şeyden mahrum bırakmaları olacaktır. Ama bunu yaparken de yine çocuğun duygularını hedef almadan yalnızca davranışı hedef alarak yapmaları gerekir.

Örneğin ebeveyn ödevlerini vaktinde yapmayan çocuğu tabletten belli bir süre mahrum bırakmak istiyor ama bunu yaparken çocuğa "Kaç kere dedim sana ödevlerini yap diye, hiç söz dinlemiyorsun, bak Ahmet'e bütün ödevlerini nasıl da yapıyor o zaman sana tablet yok" dediğinde çocuğun duygularını hedef almış olur ve bu uyguladığı yöntem mahrum bırakma değil bir ceza olur.

ceae198f014a4e15a27a15d054960065

29 Eylül 2020 Salı

Mükemmeliyetçiliği yenmenin yolları nelerdir? (7. bölüm)

Depresyonun derindeki nedenlerinden biri mükemmeliyetçi olmaktır. Çünkü mükemmeliyetçilik mutsuzluk getirir! Bu durumun üstesinden gelmezseniz depresyondan tam olarak kurtulamazsınız!



Depresyonun derindeki nedenlerinden biri mükemmeliyetçi olmaktır. Çünkü mükemmeliyetçilik mutsuzluk getirir! Bu durumun üstesinden gelmezseniz depresyondan tam olarak kurtulamazsınız!
 Dr. David Burns, 'İyi Hissetmek'* kitabında "Vasat olun" diyor. Neden mi?
 
'Mükemmel' olmak tam bir insani yanılsamadır. Kainatta mükemmel diye bir şey yoktur! Zenginlik vaat eder ama sefalet getirir. Mükemmel olmak için ne kadar çok çabalarsanız hayal kırıklığınız o kadar büyük olur. Mükemmeliyetçi iseniz, ne yaparsanız yapın kaybetmeye mahkumsunuz!
 
Mükemmel olmanın nasıl bir şey olduğunu düşünün. Öğrenecek hiçbir şey yok, gelişmek için bir yol yok, yaşam mücadelesinden tamamen yoksun ve bazı şeyleri yönetmekten dolayı duyduğunuz tatmin sürekli bir uğraş gerektiriyor. Yaşamınızın geri kalanında çocuk bahçesine gitmek gibi bir şey... Tüm cevapları biliyorsunuz ve her oyunu kazanıyorsunuz. Her projenizin başarısı garanti çünkü her şeyi doğru yapıyorsunuz. İnsanların konuşması size bir şey getirmiyor çünkü siz onları zaten biliyorsunuz.
 
Ve her şeyden önemlisi hiç kimse sizi sevemez ve sizinle ilişkiye giremez. Mükemmel ve her şeyi bilen birine sevgi hissetmek olanaksızdır. Kulağa yalnız, sıkıcı ve berbat gelmiyor mu? Hala mükemmeli istediğinize emin misiniz?
 
Peki mükemmeliyetçiliğinizi nasıl yeneceksiniz?
Dr. David Burns, 'İyi Hissetmek' kitabında bunun yöntemlerini detaylarıyla anlatıyor. İşte onlardan birkaçı:
 
1. Mükemmeliyetçiliğe karşı savaşa başlamak motivasyonunuz çok önemli. Mükemmel olmanın avantajlarını ve sakıncalarını içeren bir liste yapın. Bunun bir avantaj olmadığını gördüğünüzde, hiçbir şekilde işinize yaramadığını gördüğünüzde şaşıracaksınız.
 
2. Çeşitli etkinliklerle ilgili standartlarınızı değiştirmeyi deneyin. Böylece performansınızın yüksek, orta ve düşük standartlara karşı nasıl tepki verdiğini görebileceksiniz. Bir etkinlik seçin ve yüzde 100'ü hedeflemek yerine yüzde 80'i veya yüzde 40'ı hedefleyin. Vasat olmayı denemeye kalkın! Bu cesaret ister, kendinizi şaşırtın!
 
3. Saplantılı bir mükemmeliyetçiyseniz, mükemmeliyeti hedeflemeden yaşamdan azami keyif alamayacağınıza veya gerçek mutluluğu bulamayacağınıza inanıyor olabilirsiniz. Bir etkinlik seçin ve yapın. Örneğin etkinliğiniz; banyo küvetinin temizliği. Ne kadar etkin yaptınız? Yanıt: Yüzde 40 (çok zaman aldı, çok iyi olmadı). Ne kadar tatminkardı? Yüzde 99 (aslında iyi temizlendi!) Bunu başka etkinliklerde de kullanın. Ya mükemmel olmayla ilgili zorlantılı dürtünüzden vazgeçip keyifli bir yaşam sürdürecek ya da mutluluk ikincil öneme sahip olup hep daha büyük için mücadele edecek, ıstırap çekecek ve üretkenliğiniz vasat düzeyde olacak. Hangisini seçersiniz?
 
4. Mükemmeliyetçiliği yenmenin diğer bir yolu da, korkuyla yüzleşmektir. Varsayalım ki, evi kilitleyip kilitlemediğinizi iki kez, arabayı ise defalarca kontrol ediyorsunuz. Kapatın kapıyı, kilitleyin ve bir daha kontrol etmeden oradan uzaklaşın. Kendinizi huzursuz hissedeceksiniz. Geri dönmeye kendinizi ikna etmeye çalışacaksınız. Yapmayın! Genellikle bu şekilde yapılan tek bir alıştırma zararlı bir alışkanlığı kırmak için yeterli olabilir.
 
5. Hata yapmaktan korkuyorsunuz değil mi? Hata yapmakla ilgili bu kadar korkunç olan şey nedir? Mükemmeliyetçilikle savaşmanın güçlü bir yöntemi, hata yapmayı öğrenmektir. 'Hata yapabilir olmak neden bu kadar büyük bir iş' başlıklı bir yazı yazın. En azından bir başlangıç yapmış olursunuz. Kendinize bazı hatırlatıcı notlar yazın. Bir hata yaparsanız dünyanın sonunun gelmeyeceğini kendinize hatırlatın. İki hafta boyunca her sabah bu notu okuyun.
 
İyi Hissetmek: Otuz yılı aşkın bir süre önce bilişsel terapi araştırmalarının sonuçlarına dayalı olarak Dr. David Burns tarafından yazıldı.
 
Kitabın depresyon hastaları üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu anlamak üzere Alabama Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmada; kitabı okuyan orta şiddetteki depresyon hastalarının ilk dört haftada belirgin bir iyileşme gösterdiği, üç aylık sürecin sonunda hastaların yüzde 75'inin tamamen düzeldiği belirlendi. Hastalarla üç yıl sonra temasa geçildiğinde yapılan testler sonucu, geri dönüş yaşamadıkları görüldü. Zaman zaman normal sayılabilecek iniş çıkışlar yaşasalar da, neredeyse yarısı kafaları karıştığında 'İyi Hissetmek' kitabının en işe yarayacak bölümlerini tekrar tekrar okuduklarını söyledi.
 
Teksas Üniversitesi'nden üç araştırmacının yaptığı bir çalışmada da, 350 Amerikan ruh sağlığı uzmanı iyileşmeyi hızlandırmak için hastalarına kitap reçete ettiklerini söyledi. Uzmanların bin kitaplık listeden, depresif hastaları için önerdiği ilk kitap 'İyi Hissetmek'...
 
Ülkemizde Psikonet Yayınları'nın çıkardığı kitap, 14. baskısını geçtiğimiz ocak ayında yaptı.
 
Hazırlayan: Fatma Belgin
 
 



702f74ae97b0445da3732d940f6c057d

Çocukla iletişim kurarken yapılmaması gerekenler nelerdir?

Çocuğunuzla iletişim kurarken dikkat etmeniz gereken şeyler var. İşte çocukla doğru iletişimin kuralları...



Çocuğunuzla iletişim kurarken dikkat etmeniz gereken şeyler var. İşte çocukla doğru iletişimin kuralları...
Çocukların, kendilerini yetiştiren ebeveynleriyle aralarındaki ilişki düzeyini belirleyen bağlanma biçimleri, erişkinlikteki bazı sosyal ve psikolojik sorunların nedenleri arasında yer alabiliyor. Çocuk ile ebeveynleri arasındaki çift taraflı olabilen güvenli, kayıtsız, saplantılı ve korkulu bağlanma biçimleri; eş ve meslek seçiminden sağlıklı iletişime, evlilikten sosyal hayata kadar erişkinlerin yaşamına yön verebiliyor. Memorial Kayseri Hastanesi Psikiyatri Bölümü'nden Uz. Dr. Şaban Karayağız, çocukluk ve erişkinlikteki bağlanma biçimleriyle ilgili bilgi verdi.
 
Bebeklik ve çocukluk dönemindeki ebeveynlerle kurulan bağ ilişkisine, 'bağlanma' adı verilmiştir. Doğumdan sonra bebekler, güven duygusunu devam ettirme ihtiyacıyla önce annesine daha sonra da ihtiyaçlarını karşılayan kişiye bağlanma eğilimindedir. Ağlama, emme ve gülümseme bebeğin temel bağlanma davranışları arasındadır. Bağlanılan kişiye yakınlığı sağlayan ve yakınlığı sürdürmeye yardımcı olan her türlü davranış şekli bağlanmayı ifade eder. Bebeklik döneminden itibaren bakım verenin bebeğin ihtiyaçlarını karşılaması bağlanmanın temelini oluşturur. Öte yandan, çocukluk ve bebeklikteki bağlanma biçimlerinin etkilerinin erişkinlikte de devam ettiği saptanmıştır.
 
Bağlanmanın 4 türü var
Yapılan araştırmalarda insanlar erişkinlikte de diğer insanlara güvenli, kayıtsız, saplantılı ve korkulu bağlandıkları belirlenmiştir. Erişkinlerin ikili ilişkilerdeki bağlanma biçiminin nasıl olacağı, geçmişte ebeveynlerinin tutum ve davranışlarına göre şekillenmektedir. Özellikle güvenli bağlanmayı etkileyen, çocukluk dönemine dayanan farklı faktörler bulunmaktadır. Küçük yaşlarda oluşan ebeveyn bağlanma ilişkilerindeki olumlu tutumların, daha sonraları bireyin sosyal ilişkilerine pozitif olarak yansıdığı bilinmektedir. Özellikle kabullenici ve özgüvenli çocukluk gelişiminin, eşlerine veya arkadaşlarına karşı daha güvenli tipteki ilişkiye sahip olduğu belirlenmiştir.
 
Sorunlarla yüzleşebilirler
Ebeveynlerin tutum ve davranışları ile sosyal çevre, çocukların karakterlerinin oluşmasında etkilidir. Çocuğuna aşırı düşkün, ona sorumluluk vermeyen, onu sınırlayan ve sürekli uyaran, çocuğuna güven aşılamayan ya da psikolojik sorunları olan ebeveynlerin çocukları, gelişim aşamasında bir takım sorunlar yaşamaktadır. Bu tip ailelerin çocukları, yaşamları boyunca psikolojik sorunlarla yüzleşmek zorunda kalabilir. Bu sorunların en önemlilerinden biri ayrılma anksiyetesi bozukluğudur. Çocuk, zarar verici şekilde bağımlı hale geldiği kişiyi kaybedeceğini ya da başına kötü bir şeyler geleceğini düşünerek aşırı derecede kaygılanır. Bu öğrencilik döneminde çocukların okul başarısını etkiler. Bu tür çocukların kaygı nedeniyle okul ya da başka bir yere annesiz gitmek istemediği bilinmektedir.
 
Aşırı özgüvene de dikkat
Ebeveynlerine güvenli bağlanan ve ilişkisi üst düzeyde olan çocukların erişkin döneminde güvenli bağlanma yeteneklerinin üst düzeyde olduğu belirlenmiştir. Baskıcı ebeveynlerin çocukları ise korkulu bağlanma biçiminin yüksek olduğu, aşırı öz güvenli yetiştirilen çocuklarda da kayıtsız bağlanma biçiminin geliştiği pek çok çalışmada tespit edilmiştir. Çocukların gelişim dönemlerinde anne ve babayla belirli bir dengenin sağlanması gerekmektedir. Çocukluk dönemindeki ebeveynlere bağlanmanın biçimi ergenlik döneminde gençlerin hayatlarına yön vermektedir. Eş seçimleri, evlilikleri, meslek seçimleri ve sosyal hayatları bağlanmanın biçimine göre şekillenmektedir. En etkili ve normal olan bağlanma türü hem çocukluk hem erişkinlik dönemi için güvenli bağlanmadır.
 
Çocuğunuz yetiştirirken 3 tehlikeli davranıştan kaçının:
Aşırı korumacı davranış: Çocuğa aşırı korumacı davranmak psikolojisini olumsuz etkiler. Aşırı korumacı ebeveynlerin çocukları hayatları boyunca yetersiz oldukları düşüncesiyle uğraşmak zorunda kalabilir.
 
Aşırı düşkünlük algısı: Çocuğa aşırı düşkün algısını oluşturmak, sorumluluk vermemek, sınırlamak veya sürekli uyarmak erişkin dönemde sorunlara neden olabilir.
 
Aşırı özgüven ve ego: Çocuğa ne aşırı özgüven ne aşırı ego verebilecek davranışlardan kaçınılmalı, çocuk kayıt ve baskı altında tutulmamalı ancak toplum normları değerleri ve başkalarının haklarına saygı göstermesi gerekliliği de çocukluk çağında öğretilmelidir. Bu empati yeteneğini geliştirecektir. Aşırı özgüvenli yetişen bireylerde ileriki yaşamlarında kayıtsız bağlanma türünün daha yüksek olduğu tespit edilmiştir.
 

 
"Çocuğunuzla önce doğru iletişim kurmalısınız"
 
Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu, ebeveynlere çocuklarıyla sağlıklı iletişim kurmanın püf noktalarını aktardı.
 
Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu, iletişimin de sağlıklı olması gerektiğinden yola çıkarak, sağlıklı bir toplumun temelinin, doğru iletişimden geçtiğini belirterek sözlerine şöyle devam etti: "Eşlerin kendi aralarında, çocukların ebeveynleriyle, öğretmenin öğrencisi ile ya da yöneticinin çalışanıyla doğru iletişimi kurması çok önemli. Ne dediğimizi anlatabilirsek ve karşı tarafın ne dediğini anlayabilirsek, birbirimizi anlayabilmemiz ve uyumla hareket etmemiz mümkün hale gelir. Birbirini dinlemek, karşısındakine söz hakkı vermek ve farklı fikirlere saygı duymak uygar bir toplumda iletişimin vazgeçilmez koşullarından biridir. Toplumun en küçük birimi olan aile içi iletişim de bu yüzden ayrı bir önem taşıyor. O yüzden diyoruz ki, ilk olarak aile içinde başlaması gerekiyor sağlıklı iletişimin. Aile içinde iyi bir iletişim kurabilen çocuklar, hayatının ileriki, evrelerinde de bu alışkanlığını sürdürecektir. Bu nedenle anne babalar önce çocuklarıyla doğru iletişimi kurmaya önem vermeli, bu konudaki bilgilerini geliştirmeli."
  
"3 yaşına geldiğinde aile içinde sorumlulukları olmalı"
Sağlıklı bir iletişimin mutlaka aile içerisinde başlaması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu, dünyaya gelen bir bebeğin 6 saat sonrasında çevresinde olup biteni hissetmeye başladığının altını çizdi ve "Bebeğin tepkilerine önem vermek ve onunla henüz küçük de olsa doğru iletişim kurmak önemli. Öyle ki çocuk 3 yaşına geldiğinde aile içerisinde sorumluluk alabilen bir birey haline gelmeli. Anne babaların yaptığı en büyük hatalardan biri çocuğu adam yerine koymayıp, koyuyor gibi yapmak" diye konuştu.
 
"Çocuğunuzun heyecanlarını önemseyin"
Hayatı çocukların gözüyle görmenin çok önemli olduğunu söyleyen Prof. Dr. Cüceloğlu sözlerini şöyle sürdürdü:" Mutlu olan bir insanın ilk tepkisi bu duygusunu en sevdiği ile paylaşmaktır. Çocuklar da aynı şekilde çok heyecanlandıklarında hemen en sevdiği kişinin yanına gidiyor ve yaşadıklarını anlatıyorlar. Anne babaların onların bu heyecanlarına mutlaka kulak vermeleri gerekiyor. Aksi takdirde çocuk o sırada kendini önemsiz hissetmekten, aşağılanmaya kadar birçok duyguyu beraberinde yaşıyor. Oysaki o sırada anne babasının onun heyecanını paylaşması çocuğun kendini önemli hissetmesini sağlıyor."
 
"İnsan insanla konuşmadan uygar bir toplum olamaz"
İletişim psikolojisi üzerine yayınladığı kitaplarıyla anne babaların yakından takip ettiği Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu, "Görüyoruz ki pek çok anne baba çocukları iyi yetişsin diye, birçok kursa gönderip, farklı bilgiler edinmesini sağlamaya çalışıyorlar. Elbette çocuğun farklı fikirler edinmesi önemli. Ancak çocuklarınızı yetiştirirken adeta 'kültür robotu' olarak yetişip yetişmediklerine dikkat etmelisiniz. Bu çocuklar çok şey bilebilirler ama bu bilgileri hayata uygulamak, sorunlarını daha iyi çözmek, dolayısıyla kişiliklerini geliştirmek için mi kullanıyorlar? Bu soru, çok önemli bir sorudur; o yüzden diyoruz ki biz, çocuğunuzun bir kültür robotu gibi gelişmesine izin vermeyin, kişiliğinin gelişmesine önem verin. Çocuğunuz kendinin bilincinde olarak yetişirse olaylar onu yönetmez. O, seçimleriyle olayları yönetir. Bu nedenle mutlaka onların fikirlerini önemseyin, kendilerinin bir birey olduklarını hissetmelerini sağlayın" dedi.
 

 
 



9a9df11f5b714997bc330bec28c8d9ef

23 Eylül 2020 Çarşamba

Çocukta hırçınlığın nedeni demir eksikliği olabilir! - Demir eksikliği nasıl tedavi edilir?

Çocuklarda sık görülen demir eksikliği anemisi gelişimde geriliğe neden olurken pekmez, dut, üzüm gibi besinler tedavide yeterli gelmiyor. Uzm.Dr. Hüseyin Sevim "Demir eksikliği anemisi bulunan çocuk hırçınlaşır, iştahsızlık ve halsizlik meydana gelir. Okul başarısı düşer. Ten rengi açık sarıya döner, pembeliğini kaybeder. İleri aşamalarda, cilt bozuklukları tırnaklarda kırılma ve soyulmalar başlar. Bazı çocuklarda pika dediğimiz kağıt, toprak, kömür gibi yenmeyecek maddeleri yeme alışkanlığı gelişir" dedi

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Hüseyin Sevim, çocuklarda sıkça görülen ve büyümelerini etkileyen demir eksikliği anemisine ilişkin aileleri uyardı.

Dr. Hüseyin Sevim, halk arasında kansızlık olarak bilinen aneminin bir hastalık değil, çeşitli hastalıkların klinik bir bulgusu olduğuna dikkati çekerek "Her aneminin tedavisi aynı değildir, farklıdır. Anemi saptanınca neden kaynaklandığını biz hekimler araştırırız, sebebini bulunca da ona yönelik tedavi veririz. Bir kişide anemiyi saptamak için öncelikle artık her yerde yapılabilen kan sayımı (Hemogram) yaparız. Kan sayımında, kırmızı küre, hemoglobin ve hematokrit değerlerine bakarak anemi olup olmadığına karar veririz" dedi.

Çocuklarda demir eksikliği belirtileri nelerdir?

Aneminin çocuklarda en sık nedeninin demir eksikliği anemisi olduğuna işaret eden Dr. Sevim, belirtilerini şu şekilde sıraladı: "Büyümenin hızlı olduğu ilk 2 yıl ve ergenlik döneminde özellikle kız çocuklarında demir eksikliğini sık görürüz. Öncelikle kilo ve boyda uzama yavaşlar. Akranlarından geri kalırlar. Emekleme ve yürümede gecikirler. Demir eksikliği anemisi bulunan çocukta iştahsızlık, halsizlik, gelişmede, zekâ düzeyinde yavaşlama olur, dikkat dağınıklığı, sinirlilik gelişip, okul başarısı düşer. Uyku düzeni bozulur. 3 yaşında küçüklerde bayılma (katılma nöbeti) gelişebilir. Ten rengi açık sarıya döner, pembeliğini kaybeder. İleri aşamalarda, cilt bozuklukları tırnaklarda kırılmalar, soyulmalar başlar, dilde ve ağızda yaralar çıkar. Çocuk hırçınlaşır. Büyük çocuklarda çabuk yorulma, nefes darlığı gelişir.

Pika alışkanlığı nedir, nasıl gelişir?

Bazı çocuklarda pika dediğimiz kağıt, toprak, kömür gibi yenmeyecek maddeleri yeme alışkanlığı gelişir. Geç kalınırsa zeka düzeyindeki gerilik kalıcı olur. Bağışıklık sistemi görevini tam yapamaz. Vücut direnci düşer, sık sık hastalanır."

Demir eksikliği olan çocuklar neler yemeli?

Dr. Hüseyin Sevim, ileri seviyedeki demir eksikliğinde kalp yetmezliğinin meydana gelebileceğini belirterek şu tavsiyelerde bulundu: "Kanın oksijen taşıma kapasitesi düşünce kalp aşırı çalışmaya başlar, kalp büyür, yorulur ve yetmezlik gelişir. Bu çocukların düzenli ve dengeli beslenmesi oldukça önemlidir. Özellikle demirden zengin gıdaları ihmal etmemek gerekir. Çocuklarımız için en tehlikeli durum demirden fakir karbonhidrattan zengin aperatif ve fast food tarzı beslenme ile2 yaş altında yoğun inek sütü verilmesidir. Emziren annede demir eksikliği varsa mutlaka tedavi edilmeli. Demirden zengin en önemli besin grubu kırmızı et ve sakatatlardan özellikle karaciğerdir. Bu nedenle köfte, sucuk, karaciğer, dalak, yürek, haşlama, salam, sosis gibi kırmızı et çeşitleri, balık, tavuk, pekmez, tahin, yumurta sarısı, kuru fasulye, nohut, mercimek, ıspanak, roka, kabak çekirdeği, fındık, ceviz, Antep fıstığı, üzüm, kayısı gibi gıdalar tüketilmeli.

Et yemeyen çocukta demir eksikliği ortaya çıkıyor

Et yemeyen çocukta demir eksikliği gelişme ihtimali son derece yüksektir. Eti sevmeyen çocuklarda çorbalara kıyma olarak ilave edilebilir. Özellikle 6 ay-2 yaş arasında kıymalı tarhana çorbası çok faydalıdır. Yemekler içindeki eti sevmeyen çocuklarda ızgara olarak özellikle köfte verilebilir. Sucuk, salam ve sosis demirden zengindir, ancak katkı maddesi olduğundan tercih etmiyoruz. Bu grupta pastırma tercih edilebilir."

Kan ilacı vermek yerine pekmez yedirilirse ne olur?

Ailelerin kansızlığı olan çocuklarına kan ilacı yerine pekmez yedirmesinin oldukça yanlış olduğuna dikkati çeken Dr. Sevim, şöyle devam etti:

"Pekmezdeki demir miktarı kan ilacındaki demir miktarından oldukça azdır. Hiçbir zaman pekmez, dut, üzüm, kan ilacı ve kımızı etin yerini alamaz. Pekmez kan yapıcı özelliğin yanı sıra bağışıklık güçlendirici özelliği de olduğundan verilmeli ancak dediğim gibi kan ilacının alternatifi değildir. Bu nedenle aşırı tüketilmemeli. Aşırı süt ve çay tüketimi, pirinç, patates, beyaz ekmek gibi karbonhidrat ağırlıklı beslenmede demir eksikliğine yol açabilir. Ergenlik dönemindeki kız çocukları regl nedeniyle kan kaybı yaşarlar. Bu dönemde beslenmelerine özen göstermek gerekir. Belirli aralıklarla kan sayımı yapılarak demir eksikliği varsa tedavi edilmeli. 4-12 ay arası süt çocuklarına da koruyucu amaçlı demir damlası mutlaka verilmeli. C vitamini bağışıklığı güçlendiren ve demir emilimini artıran bir vitamindir. Vücutta depolanmaz, her gün alınması gerekir. Bu nedenle portakal, mandalina, greyfurt, limon, yeşil biber, brokoli, kırmızı lahana, yeşil yapraklı taze sebzelerin hepsi (marul, tere, roka, maydanoz), kuşburnu, çilek gibi C vitamininden zengin meyve sebze tüketilmeli. Çocuk hangilerini seviyorsa o tercih edilmeli, baskı yapılmamalı."

76506bc42b6242d68f8e2375598eb747

Diş eti enfeksiyonları bağışıklığı da düşürüyor!

İçinde yaşadığımız dönem itibari ile bağışıklık sistemimizi yüksek tutmak hepimizin isteği. Gerek vitamin takviyeleri, gerek beslenme şekilleri ya da uyku düzeni olsun; bağışıklığımızı desteklemenin birçok farklı yolu var. Diş ve ağız sağlığımızı korumak da bu faktörlerden biri. Diş Hekimi Zafer Kazak, diş eti enfeksiyonu ve bağışıklık ilişkisini anlattı

Diş eti enfeksiyonları veya diş apsesi bağışıklık kaynaklarını tüketebilir ve vücudun corona virüs gibi virüslerin saldırısına karşı kendini savunmasını önleyebilir.

Hepimiz vücudumuzu ve savunma sistemimizi stres altına alan bakteri ve virüslere maruz kalıyoruz. Vücudumuz en uygun sağlık durumunda olduğunda, bağışıklık sistemimiz virüs sayısını savunulabilir bir seviyeye indirdikten sonra semptomlarla hastalık üreten virüsleri ortadan kaldırabilir.

Öte yandan vücudunuzun savunması tükendiğinde ve zayıf olduğunda viral bir saldırı sadece viral semptomlar üretmekle kalmaz, aynı zamanda vücuttaki diğer organların kötü çalışmasına da neden olur. Bunun sağlığınız üzerinde çok ciddi bir etkisi olacaktır. Zayıflamış bir organ, vücudumuz bir virüs saldırısı altındayken hala normal işlevlerini gerçekleştirirken şimdi de ek savunma işlevleri sağlamalıdır.


Soğuk algınlığı veya alerjinin bağışıklık mücadelesi ağızda görünür bir etki bırakır. Bağışıklık sistemleri tükendiğinde ağızdaki normal bakteriler ağız içerisindeki dokular üzerinde daha büyük bir zararlı etkiye sahip olabilir. Bunun ağız içinde artan iltihaplanma, dişlerin etrafındaki diş eti ceplerinin artması, artan kanama ve şişlik ile kendini gösterdiğini biliyoruz. Bu, vücudun savunmasının zayıflaması nedeniyle oluşur. Koşullar normal olduğunda vücut bakterilerin toksik etkileri ile başa çıkabilir.

Ağzımızdaki enfeksiyonlardan nasıl kurtulabiliriz?

Bir hastalığınız olduğunda ise vücut savunma mekanizmalarını o hastalıklı bölgeye yönlendirir ve bu sırada aniden dişlerin ve diş etlerinin etrafında derin cepler ve kanama meydana gelir. Ağız sağlığınızı enfeksiyonlardan temizlemek ve bunları önlemek için düzenli diş ziyaretleri ile desteklerseniz vücudunuz korona virüs gibi daha ciddi akut problemlerle başa çıkmak için daha fazla kaynağa sahip olur.


Enfeksiyonlar, vücudun virüslerin saldırılarına karşı kendini savunmasını önler. Elinizde ne kadar çok savunma sistemi kaynağı varsa vücudunuza herhangi bir bakteriyel veya viral enfeksiyonun etkisi o kadar az olur.

Bu, yaşlı hastaların grip veya korona virüs ile daha yüksek ölüm oranına sahip olmasının nedenlerinden biridir. Vücut sistemleri tükenir ve sonuç olarak daha genç, daha sağlıklı bir kişinin bağışıklık sistemine göre aynı savunmayı sağlayamazlar. Bu bağışıklık sistemindeki eksikliği tabii ki diş temizliği ve herhangi bir enfeksiyon veya apsenin tedavisi ile bir dereceye kadar da sıvı alımı, egzersiz, besleyici diyet ile onarabiliriz.

275e68ca40344664a0ff15453ee3069a

1890'lardan bu yana bikininin evrimi

Geçmişten günümüze bikininin değişimini görmeyen var mı?

1890'lardan günümüze Amanda Cerny ile bikininin evrimini incelemeye ne dersiniz?

 

1890'lar.


1910'lar


1930'lar


1940'lar


1950'ler


1960'lar


1970'ler


1980'ler


1990'lar


2000'ler


2015


Bir sonraki ne?


e657c78d5987452e9b5e8e2d7eaa0348

ofiste tembellik

O?ste, çalışırken hareketsiz kalmamanız için yapmanız gereken 7 şey...



O?ste, çalışırken hareketsiz kalmamanız için yapmanız gereken 7 şey...
O?s içinde çalışanlar bilirler, en büyük problem uzun saatler boyunca masa başında hareketsiz oturmakta. Sürekli bilgisayar ekranına bakmak, klavye ve mause ile yapılan hep aynı hareketler, yanlış duruş şeklimiz ve tabii stresle dolu bir yaşam şeklinin, bir süre sonra kas ve iskelet sistemimize zarar verdiğini hatırlatmak isteriz.
 
Bu nedenle, Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Duygu Geler Külcü'ye o?s yaşamımızı nasıl daha hareketli bir hale getirebileceğimizi sorduk. Bu önerilere kulak vermekte fayda var. Hadi bakalım hareketlenelim...
 
Oturma yeri, masa, klavye, ekran ve mouse'un yüksekliği çalışana uygun olmalı.

 
Monitör, çalışan kişinin tam O karşısında ve kol uzunluğu mesafesinde yer almalı.

 
Ekranın üst yüzeyi kişinin göz hizasında olmalı.

 
Klavye ve mouse'un aynı hizada olmasına dikkat edilmeli. Mouse kullanılırken çok sıkmadan ha?f dokunmayla kullanılmalı.

 
El bileğinin nötral (düz, 0 derecede tutulması) pozisyonda olması, el bileğinde sinir sıkışması riskini azaltır. Normalde klavyeler 6 derece eğimlidir. Bu eğimin aşağı doğru indirilmesiyle el bileğinin nötral pozisyonda çalışması mümkün olur.

 
Uzun süre oturmak sakıncalı. Çünkü oturma omurga üzerine fazla baskı olmasına neden olur. Ayrıca, bacak ve ayaklar için de sakıncalı. Kan dolaşımı zorlaşır.

 
Otururken belinizi destekleyin. Dik oturmaya özen gösterin. Bel-kalça açısı 90 derece, ayaklar yere değecek şekilde oturun. Gerekirse ayakaltına destek konulabilir.

 
 



fa935f2bc58d4f0c81fee2a2eb18d2ad

17 Eylül 2020 Perşembe

Hayvanlar pazartesi sendromu yaşarsa...

Bulundukları yerde uyuyakalan hayvanların bu halleri yüzünüzü gülümsetecek!






















abbbb6b2080b4ff094a6e2f0f94ba7f2

Jennifer Aniston makyajsız da güzel

Kuaförü, makyajsız fotoğrafını Instagram'da paylaştı.



Kuaförü, makyajsız fotoğrafını Instagram'da paylaştı.
ABD'li oyuncu Jennifer Aniston'ın makyajsız fotoğrafı, her haliyle güzel olduğunu kanıtladı.
 
Ünlü oyuncunun stilist ve kuaförü Chris McMillan, Aniston'ın kendisiyle çektirdiği makyajsız fotoğrafını Instagram'da paylaştı. McMillan, fotoğrafın altına, "En yakın arkadaşım. Makyajsız" yazdı. Aniston'ın doğal hali "Makyajsız da güzel" dedirtti.



b2ed20eff0554273aa0e4d3266ed72ad